22 Haziran 2011 Çarşamba

Nerden Çıktı Bu Delibu.

    Sevgili Derkenar beni bolca mimlemiş, ancak ben diğer mimleri yazmıştım. Sadece blog açma hikayemi anlatmamıştım. Anlatayım o halde:
  Aslında öyle pek de hikaye gibi bir şey değil de. Blogu açmadan önce de kendi elimde bir şeyler yapmayı seviyordum. Sevdiğim insanlara kendim hediye hazırlardım. Yastık falan dikiyordum, duvar süsleri falan.. Arkadaşlarım da artık Eda sen de bir blog aç artık falan demeye başlamışlardı. O kadar birikimim olmadığını düşünerek erteliyordum. Twitter açtıktan sonra baya blog görmeye başladım, ve insanların samimiyeti çok hoşuma gitti. Ramazan 2010 da Ramazan ile ilgili yazı yazarak başlayayım, hayırlı bir başlangıç olsun dedim, ve başka bir adla başladım yazmaya. Daha sonra Tumblr hoşuma gitti, blogu kapatıp oraya geçiş yaptım. Ama orasının daha farklı bir ortamı var. Tekrar kürkçü dükkanına dönüş yaptım :) İlk zamanlar bazılarının burada çok iyi arkadaşlar edindim demesini anlayamıyordum, yazdıklarıma yorum falan yapan da olmuyordu, yalnız gibiydim. Ama artık yalnızlığımı hissetmiyorum, yalnız hissettirmeyen sizlere teşekkürü de bir borç bilirim :)

Kapanış konuşması gibi oldu ya Hu! Bir yere gitmiyorum, birazcık duygusala bağladım :)

E ben de birilerini mimleyeyim o halde:
*Ukala Dümbeleği
*Elis
*Kumbaramdaki Kelimeler

Sevgiyle kalasınız.

20 Haziran 2011 Pazartesi

Çok da Güzel Olur.

  Sevgili Bengü beni mimlemiş, hem de 2 tane mimim varmış :) Ama ben çocukluğumdan bu yana en büyük hayaliniz, bir dilek tutsanız ne tutardınız, en sevdiğiniz kişi tarzında sorularda hep zorlanmışımdır. Zor seçimler ama bunlar :)
 İlk mimin konusu: Tam şu anda, evet tam şu anda nerede olmak ve ne yapmak isterdiniz? Ve o yerde dilinize dolanan ilk şarkı ne olurdu? Ve resmini de koyun.


'En' çok olmak istediğim yeri seçemem, ama en keyif aldığım şeylerden birini yapıyordum bu mimi okuduğumda, biraz geç yazsam da :) Evin önünde herşeylerimle mantı keyfi yapmak paha biçilemez!



Dilime hangi şarkı dolanırdı düşünmüyorum. Komik bir şekilde Sertab Erener'in Turkcell reklam müziği Hayat Paylaşınca Güzel takılmıştı dilime o an :) 


2. mimin konusu: 


Bir lamba cini çıksa karşınıza,
"Dile benden ne dilersen sahip" dese, bir tek dilek hakkınız ve düşünmek için de 1 saatiniz olsa
1)Ne yaparsınız?
2)Ne dilersiniz?
3)Dileğinizi seçmeniz kolay olur mu?

Bir kere dileğimi seçmek hiç kolay olmadı onu biliyorum :) 
Ne yaparım, derim ki : 'Bak sevgili cin ben Rabb'ime dua ediyorum zaten, sana ihtiyacım yok.'
İlla dile hadi derse, hayırlı bir aile kurmayı dilerdim heralde :)

Sevgiyle kalasınız.

Mert merttir.

   Kuzenimin sünneti vardı bir de. İlk sünnet fotoğrafı deneyimimi yaşadım :) Kameranın olduğu arabadaydım, ve bir sürü fotoğraf çektim. Bir kısmını size de göstermek istedim.







Tabi bir sürü tatlı köfte de vardı, yakalayınca bırakmadım onları da :)







Sevgiyle kalın :)

Sen Neymişsin.

    Birkaç gün aradan sonra merhabalar efendim :)
    Yavrucuklarıma kavuşunca sizi unuttum. Şaka şaka hiç unutur muyum? Sizlerle paylaşmak için  bir sürü malzeme biriktirdim. Yavrucuklarımla bizim buralarda fotoğraf turuna çıkalım bir dedik, güzel şeyler de varmış yeni farkettik.

Yeni yeni pencereler keşfettim mesela..













Kuzenlerimi model olarak kullandım mesela..






Elinde makina olan, deli deli her bulduğunu çeken ben olduğum için genelde benim fotoğrafım olmuyor. Yeter artık dedim beni de çekin! :)



Sevgiyle..



17 Haziran 2011 Cuma

Kıymetli Zamanlar.

    Hani zamanın çabuk geçmesinden, zaman yetiremediğimizden yakınırız ya hep, Rabb de duyar, bilir kulunu. Ve kuluna fırsatlar sunar. Der ki size öyle zamanlar veriyorum ki, aylarca ibadet ederek kazanacağınız sevabı bir namazla, senelerce ibadet ederek alacağınız sevabı bir oruçla veriyorum, yeter ki siz çabalayın, yeter ki siz bana bir adım atın. İşte o kıymetli zamanların içindeyiz, Receb-i Şerif ayındayız. Bazen unutuyoruz, farkına varamıyoruz sahip olduklarımızın. Şükür sebebi Rabb'in bize hediye ettiği bu zamanların şükrünü de zamanın kıymetini bilerek yapabiliriz ancak diye düşünüyorum.
    Hep diyoruz, deriz de zaten bir şeyler yapmalı diye. Ama hayat buna müsaade etmemek için olanca gücüyle üstümüze geliyor, hep gelecek. Bizim de onun üstüne gitmemiz gerekiyor o halde. Bu konuda zorlanmadığını iddia eden var mıdır bilmiyorum. E işte daha iyi ya bu zorluğa karşı yaptığımız en ufak şey değer kazanacaktır. Yan apartmandaki sevdiğiniz kişinin size kolayca gelmesi mi sizi daha mutlu eder, yoksa kilometrelerce ötedeki bir sevdiğinizin yolları aşıp gelmesi mi? Cevabı hepimiz biliyoruz, öyleyse O'na zorlukla gitmeyi başarabilme duasında olalım.
    Receb-i Şerif ayında ne yapmalıyız, ne yapmamalıyız bunlardan bahsedecek değilim, bunlara ulaşma imkanımız çok artık. Ben sadece hissettiğim duyguları hissettirmek istedim. Ve bir de belki bir hatırlatıcı.

Cumamız hayr olsun inşallah.


O'nunla olasınız.
O'na koşasınız.
Dua ile..

İlk Delibu Çocuk T-shirtü :)

Kardeşciğime T-shirt yapma fırsatım olmamıştı. E tabi artık tatile girdiğime göre birşeyler yapmalı deyip, ilk olarak ona t-shirt yapayım dedim :) Kuzenime yaptığım t-shirt ü yayınladığımda, sevgili  Buket 8 yaşındaki kızıma göre süslü birşey tasarlar mısın demişti, O'na da fikir olmuş olur böylece :) 
Hadi sizi t-shirt'le baş başa bırakayım, hoşça bakın zatınıza.


16 Haziran 2011 Perşembe

Özel Olmak Onların Seçimi Değil.

    Uzun zamandır özel eğitim gerektiren özel çocuklar hakkında birşeyler yazmayı istiyordum, ama bir türlü kafamda toparlayamaştım. Şimdi de toparladığım söylenemez ama Hayat Melodisi Down Sendromlu Olmak yazısıyla bana ilham oldu.
    Down Sendromlu ya da başka özel bir rahatsızlığı (Böyle özel çocuklar için kullandığım her kelime beni rahatsız ediyor ama af buyrun. Özellikle 'sakat' 'özürlü' kulağımı çok tırmalıyor.) olan çocukların 'kişi' olarak görülmediğini gördüğüm oluyor. Şunu unutmamalıyız, onlar da bir 'kişi', tek farkları biraz daha özel ilgi ve eğitime ihtiyaç duymaları. Başardıklarını gördüğünüzde ne kadar haklı olduğumu anlarsınız.
    Bir de şöyle bir durum varmış ki, duyduğumda inanamadım. Bir X koleji diyor ki; biz alacağımız çocukları önceden bir teste tabi tutuyoruz ona göre seçiyoruz. Bu testten nasıl bir çocuk olduğu anlaşılıyor, ve özel eğitim gerektiryorsa almıyorlar. Ve vicdanları o kadar rahat ki; 'Bizim özel eğitim imkanımız(!) yok, boşuna alıp onlarla ilgilenmemezlik etmiyoruz.' Özel eğitim nedir? Özel bir kolejin imkanı nasıl yok? Şunu duyduktan sonra neden böyle yapıyorlarmış kafamda oturdu. Bir arkadaşım anlattı. Başka bir X kolejinde çocuğu okuyan bir akrabası varmış. Sınıflarından özel bir rahatsızlığı olan bir çocuğu okuldan 'atmışlar'. Ve bu akrabası bununla övünüyormuş! Diyormuş ki: 'Ben o kadar para veriyorum, benim çocuğum neden öyle bir çocukla aynı sınıfta olsun.' İnanılacak gibi değil ama gerçek! Böyle insanlar varolduğu müddetçe biz bu çocuklara gereken özeni göstermek için çok çabalamalıyız. Birinin o kadına bir sonraki çocuğunun özel bir çocuk olabilme ihtimalini anlatması gerek.
     Yapmamız gereken o çocukları toplayıp, hiç başka çocuklarla arkadaş olmadan kendi içlerinde eğitmek mi olmalı? Bana göre hayır. Kaynaştırma eğitimi denilen, çocuğun normal gelişim gösteren çocuklarla bir arada eğitilirken bazı derslerde özel eğitim almasını savunuyorum. Yoksa öyle özel bir okuldan mezun çocuk sınırlandırılabildiği kadar sınırlandırılmış oluyor. Sonra kim işe alacak onu?
     Unutmayalım ki, bir gün hepimiz ya da çoğumuz anne-baba olacağız. Ve çocuğumuzun özel olma ihtimali var. Böyle olmasa bile, bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyetinde insanlar olmadığımıza göre bunları bilmeliyiz diye düşünüyorum. Pek öğüt verici konuştum, öyle fazla birşey bildiğim yok ama bilgiler paylaşılmak için, peygamber efendimizin de istediği üzere.
  

Down Sendromunun daha iyi anlaşılması ve paylaşımlar amacıyla bir site oluşturmuşlar. http://www.downsendromluolmak.com/index.php

Gayet faydalı olacağını düşünmekteyim ben de. Özellikle çevresinde böyle insanlar olanlar adına. Çok çaresiz, ne yapacağını bilemeyen insanlar olabiliyor.


Hoşça bakın zatınıza.


13 Haziran 2011 Pazartesi

Pencere Aşkı.

    Adalar ve köy turundan sonra karar verdim ki, ben bir pencere aşığıyım :) 
    Çok şey anlatıyorlar bence.
  
   Ayrılık.         Hüzün.                                      Hasret.
                 Bekleyiş.        Bahar.


Adalardan pencereler..









Ve köyden olanlar..




Hoşça kalasınız:)

Ben Köyüme Kavuştum.

   Arkadaşımın mavi kapısına hayran olduğu evin olduğu köyüm,
   Hayatımdaki değerli insanların yaşadığı köyüm,
   Huzur kaynağı köyüm,
   Hala varlığını koruduğuna sevindiğim köyüm.
   Özlemiştim artık! İstanbul'da fazlaca kaldığımda o yeşilliğe, huzura hasret kalıyorum. Ben finallerle cebelleşirken, doğayla iç içe yerlerden twit atanları gördükçe de özlemim depreşmişti :) Hadi bakalım neler yakalamışım:










Modellerim Şebelek'im(kız kardeşim) ve kuzenime teşekkür etmeden olmaz değil mi? :)
Hoşça bakın zatınıza.

Adalara Gitmek Farz Olmuştu.

 Dönem boyu olan gergin günlerin bitmesinin ardından bir adalar turu yapmak farz olmuştu artık. Bisiklete en rahat binebildiğim yer olarak keyif kaynağı adalar. Vapurdan inince burnunuzun direğini kıracak güçte olan koku en başta korkutsa da, alışıldığında çok da bir önemi kalmıyor. Zaten faytonlara gıcık oluyorum.(bak bunu yazmamışım gıcık olduklarım listesinde :) Canım atlara yazık yahu, gitsin diye vura vura tüyleri soyulmuş, sıcağın altında zaten, protesto ediyorum. Zaten adalara gidip faytona binmeyi de hiç anlayamıyorum ya neyse. Faytonda bir kadın gördüm, fotoğraf çekmeye çalışıyor, ama eminim ki bir tane istediği kareyi yakalayamamıştır o hızla :) Onu bunu boşvereyim de hadi ben size bizim turdan geriye kalan kareleri göstereyim:

Uzun çabalar sonucu yakaladığım martılar..





Büyük adaya varana kadar geçtiğimiz adalardan..






İştee burası en sevdiğim yer.
 Huzur. Mutluluk. Hüzün.
Hepsi bir arada yaşanabilir bir yer.
Mola vermeli!



Güle güle :)

11 Haziran 2011 Cumartesi

Kabusum Oldun.

 Bu da ne şimdi!
 Çok fazla kabus gören biri değilimdir, duaların gücüne inanmamın bunda etkili olduğunu düşünüyorum. Neyse bu başka bir konu şimdilik geçiyorum :) Nedir benim kabusum 'internet'. Gülüyorsunuz değil mi, blog yazıyor, twitterda takılıyor, internet kabusuymuş. Ben her ne kadar buralarda takılsam da internete karşı mesafenin korunmasından yana olanlardanım. Bu bazılarına saçma gelse de, özellikle çocuklar internetten sakındırılmalı. Belirli aralıkların dışına çıkmamalılar bence. Aslında buna genel çerçevede teknoloji de dahil. Şuradaki yazımda da düşüncelerimi belirtmiştim zaten. Teknolojinin gelmesi ve teknolaşmamız bana acı veriyor desem yeridir. Hayır hayır faydaları yadsınamaz tabi ki, ama biz insanlar 'doz' ayarını pek beceremeyen varlıklarız sanırım( en akıllı varlıklar olarak :)

 Gelelim kabusuma. Çocukların ortalıktan yok olduğu bir rüyaydı. Köye gidiyoruz dışarıda oynayan, derenin kenarında uğraşan çocuklar yok, tüm çocuklar biryerlerde ama nerede? Küçük kuzenlerimin yanına gidiyorum, hepsi internette. Şöyle bir cümle kurduğumu hatırlıyorum ki, sanırım bu durumun vahimliğini özletliyor: 'Twitter yaşını 4'e çıkarıyorum.'

Korkulu rüyam olduğuna göre fazlaca üzülüyorum sanırım. Teknoloji ta içimize kadar girmeye inşallah.
Hoşça kalasınız blogcanlar'ım :)

8 Haziran 2011 Çarşamba

Bu Bir Mutluluk Postudur.

   Sevgili Takıntılı Ergen beni mimlemiş. En çok mutlu olduğum anı ve sebebini söyleyecekmişim :) Hemen söylüyorum: 'bugün, çünkü final uykusundan uyandım, it's the end of the finals!' :) Biraz kestirme bir cevap oldu ama uzun zamandır bu kadar mutlu olamamıştım.
   E tabi napılır, finaller bitti ben kendimi Kadıköy'de gezmekten yorulmuş bir vaziyette buldum bu seferde. Hayat zor yahu dostlar! Ben final uykusundayken sosyal hayat baya değişmiş anlaşılan, gezerken farkettim. İnsanlar ne rahat. Dükkanlardaki satış yapan erkekler ne rahat. Kızların tepkileri ne basit. Şaştım kaldım. Neyse böyle konulara girmeye fazla gerek yok :)
  Çok yorulmuşum ben hadi hoşça bakın zatınıza!

4 Haziran 2011 Cumartesi

MiMiMi.

   Sevgili EvA beni mimlemiş. O da ilk defa mim konusu oluşturmuş, ben de böylece ilk mimimi yazmaktayım :) [ 'Mimimi' nasıl bir kelimedir yahu! ]  Gıcık olduğum şeyleri yazacakmışım, yazayım o halde.  Aslında ben çok sevdiklerime de 'Gıcık'ım.' demeyi severim, gıcıkım derim ama gıcık olduğum demek değil ki bu :) Neyse tamam sadete gelip, başlıyorum :

* Hevesle gezinirken Google chrome'un kapanmasına,
* İslamiyetten dem vurup, küfürle, saygısızca insanlara laf atanlara,
* Okulumu sevmeme rağmen, okula giderken ayaklarımın geri geri gitmesine sebep bazı (gıcık)derslere,
* Azcık kadın hakkından bahsettiğinde 'Muhafazakar feminist'(o da neyse!) tabirine layık görülmeye,
* Numarası bir şekilde silinen insanın, buna 'Tabi tabi hep öyledir zaten.' demesine,
* Kadınları aşağılayan kadınlara,
* 'Düşmanımın düşmanı dostumdur.' mantığını içselleştirenlere,
* Blog yazmayı gereksiz görmelere,
* Hiç havanda olmadığın zamanlarda otobüste yanında oturan teyzeye cevap vermek zorunda olmaya,
* Başkasının bilgisayarında takılmak zorunda olmaya,
* AKP=Tüm müslümanlar mantığına,
* Bir başak burcu olarak düzensizliğe,
* Kahvaltı yapmadan güne başlamaya,
* Kitabımı ödünç alıp, hiç oralı olmayıp sahiplenenlere,
* Çok fazla şeye gıcık olmama (",)

                                                  GICIK OLUR DeliBu :)


  Her zaman şuna gıcık olurum, buna gıcık olurum diye bahsetmekten de hoşlanmıyorum aslında :) O zaman her yerde, her insanda gıcık olunacak bir şey bulabiliriz, bu tabi bir başarı değil! Her zaman kendi kusurlarıma bakma taraftarı olan ben için, hiç başarı değil. Mutluluğumuzu da, mutsuzluğumuza da kendimiz yönlendiriyoruz
kısmen, o halde gıcık olduklarımızı bilelim, onlarla dalga geçmeyi de bilelim blogcanlar'm.

E şimdi ben de birilerini mimlemezsem olmaz ama değil mi?

Hey sen hazır mısın:

*Demetoloji
*Derkenar
*Derya Misal
*Kumbaramdaki Kelimeler
*Hayal Hanem
*Habinos
*Taze Kahve

Hoşça bakın zatınıza!