26 Temmuz 2011 Salı

Giderken Bana Bir Şeyler Söyle & Woswos'um.


Bir güzel kitap..
Mustafa Ulusoyla nasıl tanıştığımdan bahsetmiştim, üslubunu sevdiğimden de. Ölüm'e böyle birinin gözünden bakma fırsatı yakaladım Giderken Bana Bir Şeyler Söyle'yle. Ölenin ardından aslında kendimiz için üzüldüğümüzü bir kere daha anlamış oldum. Ve babaannemin vefatıyla ilk defa çokça hissettiğim ölümün hemen yanı başımızda olduğunu bir kere daha hatırlamış oldum. Babaannemin vefatı, çok oturmuştu yüreğime, ilk defa bu kadar yakınımı kaybediyordum. Çocukluğumdan bu yana dizinin dibinde olduğum babaannemin yokluğu düşüncesine alışamamıştım/hala alışamadığım durumlar var; ilk O'nsuz  Ramazanımız geliyor mesela...Oysa O hastaydı, ve az çok ölüme yakınlığını hissediyorduk. O beni bu hale sokarken, 'hiç beklemediğimiz'  ölümler var ya hani,  onlarda ne yapacağım ki diyorum. Hiç bir şey, sadece ölümün yakınlığını ölüm gelmeden hissetmeye devam edeceğim.

Birkaç alıntı;
* İnsanlar gözleriyle görmediklerine niye kaybettik derler ki?
* İnsanlar ister dolmakalem, ister tükenmez kalem, ister bilgisayar kullanıyor olsunlar, en çok ayrılıkları yazıyorlardı.
* İnsanlar en gereksiz şeyleri konuşmaya çok hevesli olmalarına rağmen, sıra ölüme gelince büyük bir suskunluğa bürünüyorlar.
* En uygun ölüm zamanı, insanın öldüğü zamandır.

Ölüm deyince woswosun da bir değeri kalmadı, fotoğraflarını paylaşayım diyordum,koyup susuyorum.




Tefekkürle..



24 Temmuz 2011 Pazar

Gecikmiş İstanbul Postu -2-

  Adalar; her gittiğimde yeni kareler yakalayabildiğim yer, fazlaca seviyorum doğrusu. En çok yine orada fotoğraf çektiğimden ötürü ayrı bir post hazırlıyorum :)





Pencere Aşkı'ma yenilerini ekledim. Pencere aşkımdan geçenki adalar turunda bahsetmiştim :) Geçen gözüme takılamayanlar varmış, bu kez de onları yakaladım:







Haydarpaşa'nın gündüz ve gecesi:



Sevgiyle..

Gecikmiş İstanbul Postu -1-

Dikkat bu post fazlaca fotoğraf içermektedir!
Kuzenlerimi gezdirme bahanesiyle bayadır ziyaret etmediğim yerlere gittim geçenlerde :) Anladık ki İstanbul bizden büyükmüş. Yazptığımız programı tamamlayamamızdı bu farkındalığın sebebi. Çünkü sadece gezmek için burada değildik. Fotoğraflı postlarımda çok da fazla konuşmak(pardon yazmak) istemiyorum. Biliyorum ki çoğu kişi yazdıklarımı okumadan direk fotoğraflara yoğunlaşıyor :) Eğer şuan bunları okuyorsanız, bilin ki siz güzel bir blog takipçisisiniz. Fotoğraf seyrine başlayalım o halde;

Taksim'de Laterna Kafe diye biryer var, içi sokak şeklinde dizayn edilmiş ufak tefek biryer oraya gittik:





Taksim'in vazgeçilmezi pandomim gösterileri:




Kadiköy'de kızıldereli gösterisine rast geldik, insanlar para kazanmak için nerelere gelmiş demeden edemedim:



Kızılderelileri dinlerken, sahilde objektifime takılan bazı kareler oldu, hayata dair:



Hayatın karmaşası diyorum ben bu fotoğrafa.



Bir de farkettik ki, Kadıköy'de keşfedilesi ve çok hoş sokaklar varmış. Mesela çok sanatsal çalışmaların olduğu bir sokak vardı , adını hatırlamıyorum ne yazık ki. Küçük küçük atölyeler var, resim çizenler, el işi yapanlar falan çok hoştu:



Türk Kahvecilerinin olduğu sokak favorimdi. Müziklerin güzelliği ve türk kahvesi:



Süleymaniye Camii'ne gitmezsek olmazdı:



Ve Galata Kulesi:


Adalar Turuyla devamı gelecek :)

Hoşça kalasınız.

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Bir Tutam Çikolata Kahve.

  Yeni mekanlar..
  Yeni insanlar..
   Hep 'Tebdil-i mekanda hayır vardır.' deriz ya, Yusuf Özkan Özburun Düştüğün Yerden Kalkacaksın'da 'Mekanın tebdilinde ferahlık vardır, çünkü mekanla birlikte bizi bize gösteren, ruhumuzu yansıtan aynaları değiştiririz.' diyor. Bu yüzdendir ki, her gidilen mekan hayır değil, huzur değildir. Bize ayna olacak yerler huzurdur. Velhasılı kelam bugün huzurlu bir yer keşfettim, keşfettirildim diyeyim; Çikolata Kahve :) Çengelköy'de, ufacık tefecik, ama sıcacık bir ortam. Pek bir sevdim doğrusu, sizinle de tanıştırayım öyleyse;













Sonra bizim oralarda bir yer gördük, yenilenmiş, ışıklanmış falan..Işığa koşan böcekler misaliydik:   




Tadı damağında kalan zamanlar toparına bir yenisini ekleyip sonlandırdık.
Hoşça bakın zatınıza :)



22 Temmuz 2011 Cuma

Toparlan, Huzur Ayı Geliyor.

 Takvime bakıyorum..
 10 gün var Huzur Ayı'na diyor. Heyecanlanıyorum. Düşünmeye başlıyorum sonra; 'Hazır mıyım?'.
 Hazır mıyım, 11 Ayın Sultanı'nı karşılamaya,
 Hazır mıyım, midemi yemekten arındırıp rahata kavuşturduğum gibi, tüm uzuvlarımı günahtan arındırıp huzura kavuşturmaya,
 Hazır mıyım, her gününe ayrı sevap verilen Tera
vih namazlarını kılmaya,
 Hazır mıyım, dünya meşgalesine kafayı takmamaya, tüm derdimin O'nun rızası için bir şey daha fazla yapmak olmasına,
 Hazır mıyım, Sabr'ı bir kere daha öğrenmeye çalışmaya,
 Hazır mıyım, vicdanımla baş başa kalmaları artırmaya,
 Hazır mıyım, ya hayır konuşup, ya da susmaya,
 Ya peki hazır mıyım, O'nun istediği bir mü'min olarak Ramazan'ı karşılamaya.

  Sonra birden boğazım düğümleniyor.. Bunlar sadece Ramazan'da yapmam gereken şeyler değil ki diyorum. Niyet ediyorum sonra; bu Ramazan bunların hepsini ve daha fazlasını yapabilmek için başlangıç olsun Ya Rabb'im! Rabb'im beni duyuyor yine, ve diyor ki;
'Siz bana dua edin, ben de duanızı kabul edeyim.'(Mü'min,40/60)
  
 Vakit Cuma'dır, cumamız hayrolsun.
 O'nun rızasından ayrılmama duasıyla..


21 Temmuz 2011 Perşembe

Farkındayım, Öyleyse Mutluyum.

    Farkında olmak; şükür vesilesi ve ardından gelen mutluluk..
    Hayatımız hep bir 'Şu da bir olsun da, çok güzel olacak.'larla geçmiyor mu? Benim öyle geçiyor. Ve ben öyle demesem sabrımı muhafaza etmekte zorlanıyorum, ne yazık ki.

   E peki, o bahsettiğimiz 'ŞU' lar gerçekleştiğinde, gerçekten çok güzel oluyor mu? Olabilir de, olmayabilir de. Bu sadece sizin elinizde! İşte o an farkındalık zamanı. Eğer o an bir zamanlar ne istediğini hatırlayıp, o anda o istediğin şeye sahip olduğununun farkına varırsan, mutlu olmamak için bir sebep kalmıyor geriye, ve o bahsettiğimiz 'ŞU' bir bakıyorsunuz mutluluk sebebiniz olmuş. Bunu hayatım boyunca yaşadım, ve hala yaşıyorum. Bugünlerde de fazlaca bunun üzerine düşünüyorum.
 
   Lisedeyken kazanmak istediğim, ÖSS'den sonra kazanamayacağım diye ağladığım bir okul vardı; Boğaziçi. Gerçekten çok istiyordum, her liseli gibi kazandığımda çok şey değişecek sanıyordum. Ve kazandım, fazlaca mutlu oldum. Fakat birkaç sene sonra kendimi yakınırken bulduğumda kızdım! Şükür sebebi geldi aklıma, ve şükrettim. Okulun kapısından girip aşağı doğru inerken, 'Bir zamanlar senin için burası ulaşılmazdı, şimdi buradasın.' dediğimde kendime, yüzümde bir gülümseme oluştuğunu farkettim.
 
   Geçenlerde eve gittiğimde, sene içinde hayalini kurduğum bir sürü şeye kavuşmuştum. Fakat yine bir yakınma hali geldiğinde, ya da sıkılıyorum diyecek olduğumda kızdım, kızmalıydım. Yine şükretmeyi unutmuştum. Çünkü ben sene boyunca derslerden bunaldığım anlarda hep ailemle, sevdiklerimle yapacaklarımın, kendime ayıracağım vakitlerin hayaliyle sabretmiştim. Ve o günlerin geldiğinin farkına bile varmadan, şükürsüzlük etmemeliydim.

    Mutlu olmak için farkında olmak yetiyormuş.
    Şükretmeyi unutmamalı..
    Bolca mutluluklar diliyorum :)
 

Nietzche ve Babaannem


İlk olarak Mustafa Ulusoy'la nasıl tanıştım? Öyle olağan üstü birşey değil ama, neden böyle bir giriş yaptım ben de bilmiyorum :) Hani Teselliler Kitabı ile bağımı anlatmıştım ya, kapağına hayran olup aldım diye, işte M.Ulusoy'un -Aynalar Koridorunda Aşk- kitabını da ismine vurulup almıştım, hakkında hiçbir fikrim yoktu. Farkettim ki, M.Ulusoy bu isim seçme konusunda çok başarılı. bkz. Giderken Bana Bir Şeyler Söyle (fotoğrafını çektiğimde onun hakkında da birşeyler atıp tutacağım inşallah :)

 Ne diyordum, lisede o güzel isimli kitabıyla tanıştım, ve üslubunu beğendim. Fakat başka bir kitabını aradan seneler geçmesine rağmen okumamıştım, nedendir ben de bilmiyorum. Sonra dedim ki, ilk kitabından başlayayım okumaya, ve Nietzche ve Babaannemi okudum. Sevdim, sevdim.

 Deneme kitabı okumayı sevdiğimi daha önce de söylemiştim sanırım. Benim de çok daldan dala atlayan biri olmamdan kaynaklanıyor olsa gerek. Beğendim dediğim romanların sayısı çok azdır mesela. Neyse başka konulara atlamadan konumuza döneyim. Farklı farklı konulardan bahsediyor Ulusoy bu kitabında. (isimleri tekrar tekrar yazmak zormuş :) Psikiyatri uzmanı olan Ulusoy tecrübelerinden yola çıkarak bakmış olaylara. Asıl hastaların yanında, 'normal' diye tanımlanan insanların da nasıl hastalıklı bir bünyesinin olduğunu vurgulamış ki bu beni çok etkiledi. 

Birkaç alıntı:

*Nietzche ve babaannem aynı gezegenin iki misafiri oldular. İkisi de, bir anne ve babadab dünyaya geldiler. Aynı donanımalara sahiptiler. Ne nietzche'nin fazlası vardı, ne babaannemin eksiği. Nietzche kolay olanı seçti, babaannemse zor yolu. 

*Ya zamanımızın tipik otistik insanı? İşte o, kendi hastalığını kendisi tercih ediyor. Ezel ve Ebed sultanının kainat sergisinde bir mütalaacı olduğunu unutmuş halde yaşayarak, otistik bir hayatı bizzat seçiyor.

*O'nsuz geçen günlerim, saatlerim, dakikalarım hastalıklı anlardı. Ey ademe gitmiş, yok olmuş, helak olmuş zamanlarım, amellerim, duygularım! Hepinize geçmiş olsun.

Bol okumalar diliyor, ve gidiyorum..


19 Temmuz 2011 Salı

Twitter Mı Dediniz.

Twitter, farklı bir dünya sanki..
Geçen yaz ev arkadaşımın övmeleriyle ben de içine girmiş bulundum, çok çok aktif olmasam da seviyorum. O zaman şimdiki kadar yaygın değildi. Hesap açma amacım gündemi daha iyi takip etmek, ve insanların fikirlerini görmekti. Nitekim öyle oluyor da. Bir olay hakkında bir sürü insanın farklı farklı fikirlerini bilmenin bakış açımı genişlettiğini düşünüyorum, sanırım bu yüzden twittera olan sevgim :)  

Bahsettiğim arkadaşım benden daha çok sever ve aktiftir. Bunun esprisi üstüne ona bir yapacağım t-shirtün konusu belirlenmiş oldu, ve sonunda yaptım :)
Kurumsal çalışmaya mı başlasam ne :P 



Hoşça kalasınız..
PS: Şaban ayındayız, duanızı eksik etmeyesiniz.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Beş Para Etmezsin Abant!

    Hevesle gittiğim, hayal kırıklığıyla döndüğüm pikniğin ardından..
    Aslında geçen sene dışında her sene gittiğim yerdi Abant Sanırım artık daha eleştirel bakmam hayal kırıklığıma sebepti, ve tabi insanlar.. Pazar günü olmasının sebep olduğu kalabalık ve İstanbul'dan sonra insanların tuhaf bakışlarına alışık olmayışım..
    Otomobille giriş 8 TL. ama ne için veriyoruz bu parayı gün boyunca düşündüm, bir türlü bulamadım. Bu sebeptendir ki, annemlerin kafasını şişirdim akşama kadar 'Doğayı kullanıyorlar, doğadan para kazanıyorlar.' diye. Tuvaletler de 1 TL ama suyu şişeyler alıyorsunuz, abartmıyorum. İki tane cami varmış ama ben göremedim, yani kim bilir bize ne kadar uzaktaydı, abdest alacak yer desen zaten yok. Ve insanların arabalarını kendilerini 5 metrekare çevreleyecek şekilde sıraladıkları, 3-4 masayı birleştirdikleri ve bunlar kontrol edilmediği için yer yok masa yok. Yol çakıl taşlarından oluştuğu için ağaçlar ve biz hep birlikte bembeyaz şekilde vedalaştık.
    Hayır hayır cimri değilim! Sadece verdiğim paranın karşılığını isterdim, daha da gitmem zaten heralde.

  Beni sevindiren tek şey şu tren oldu. Onun sayesinde fayton ve atların pabucu dama atılmış, atları koşturamıyorlar ohhh :)  Biz de çocukları doldurduk bu trene bindirdik :)


Baksanıza yazık değil mi şu ata? Yavrusu var, hala para kazanmak için kullanıyorlar.
  

Kuzenlerle adalar turundan(daha sonra bir İstanbul postu hazırlayacağım) sonra, aa burda da tur yaparız diye bir güzel heveslendik. Yapmadık mı yaptık, ama tabi o da ayrı birşeydi. Öncelikle insanların tuhaf bakışları canımı sıktı zaten, 'Aa başörtülü kız da bisiklet mi sürermiş cinsinden bakışlar bunlar.'( anladım ki adalar bisiklet için en ideal yermiş), sonra frenleri tutmamaya başlayan kuzenimin bisikleti ve ardından kuzenimi kontrol için arada duraklayan, duruken ayağımı taştan kaydırıp düşmeyi başaran ben. Dağ bayır inip çıkıp düşmeyip dururken düşme başarısını da gösterdim ya ölsem de gam yemem artık :)


Bisiklet turu hezimetinden sonra, kafamızı dinleyelim gölün kenarına oturalım dedik :) Kardeşceğizimin ayakları..


Kuzencik.



Boykot ettiğim için atsız çektiğim fayton.



PS : Rahat edemediğim ve mutlu olamadığım zaman çektiğim fotoğraflardan memnun olmuyorum, dün de böyle bir gündü.
PS : Bir önceki piknikten sonra post hazırlamamıştım üşenip, o çok güzeldi belki hazırlarım geç de olsa :)

Hoşça bakın zatınıza.

12 Temmuz 2011 Salı

İki 'Deli'lik..


Bıyık deseni gözüme çok hoş gözükmeye başlamıştı, o fikirden yola çıkarak ortaya bunlar çıktı. Bıyıkın bi tarafı fazla kıvrık oldu ama, bıyık bu yerinde durmaz ki dedim ben de :) Gerçekçiliği severim. Tamam kalıp kullanmadan çizmeye çalışmak fazla kendine güvenmekti ve ben başaramadım. Napalım artık.



                                           Hoşça kalasınız blogcanlar! :)

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Gel Murat Menteş'le Tanışalım.



Ben yeni tanıştım desem şaşırır mısınız bilemiyorum. Arkadaşımın yoğun tavsiyesi üstüne hemen kitapyurdu.com cuğuma söyledim, iki gün sonra getirdiler :) 

   Farklı mı desem, hoş mu desem, garip mi desem ne desem bilemedim ama sıradan olmayan bir roman okumak istiyorum diyorsanız buyrun 'Dublörün Dilemması'na diyorum ben de. Murat Menteş'ten alıntılara fazlaca rastlıyordum, farklı bir bakış açısının olduğunu sezmiştim ama okuma fırsatım olmamıştı. İyi ki okumuşum diyorum şimdi, bundan sonra hevesle yenilerini de okuma hayalindeyim.
   Şunu da belirtmeliyim ki, çok fazla komedi tarzı okumayı sevmediğim için kitap okurken gülen bir insan değilim. Ama bu kitabı okurken arada sesli güldüm :) Umur Samaz diye bir karakterin varlığı, medyayı eleştirirken kullandığı dil, açtığı eski şeylerin satıldığı dükkandaki insanlara eşyalar hakkında anlattığı abartı hikayeler gülümseten bir kaç ayrıntıydı. Devamını siz bulun..

Bir baksanız pişman olmazsınız diyor ve kaçıyorum.
Gözünüz kitaplardan ayrılmasın :)
Hoşça bakız zatınıza..

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Vicdan'ımla Baş Başa.

     Zor şeydir vicdanla baş başa kalabilmek, yalnız bırakılmazsın zira. Kuşatılırsın seni çeken şeylerle ya da birileriyle.. Oysa bazen yalnız kalman gerekir; vicdanınla baş başa. Düşünmek sana iyi gelecektir, ama sen de yükün altında kalmaktan korkarsın düşünürken, bu yüzden seni çeken ilk şeyle sürüklenmeye başlarsın. Ve yine vicdanınınla olan randevunu ertelersin. Erteledikçe küstürürsün vicdanını. Küstükçe uzaklaşır, uzaklaştıkça ona sormadan işler yapmaya başlarsın. Ama bir gün...
   ...özlemine dayanamaz, kapısını çalarsın. Anlamışsındır ki, onsuz geçirdiğin her gün anlamsız, yaptığın her şey zararlı. Seni yine güleryüzle karşılar o kadar aradan sonra, çünkü o Hakk'ın sana armağanıdır, Hakk'ın rahmetinin tecellisidir, Hakk'ın tevbeyi istemesinin göstergesidir.
    Ve hasret gidermek istersin. Onsuz ne yaptıysan bir bir anlatırsın, kızar sana, suçlar seni ama haklıdır. Ama başkaları gibi sadece hatana yoğunlaşıp suçlamaz, sonra birden Rabb'i hatırlatır sana, Rabb'in tevbeyi ne kadar sevdiğini hatırlatır. 'Kim tevbe eder ve Salih amellerde bulunursa gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah’a döner. (Furkan 71)' dendiğini hatırlatır. Ve sana hatanı tekrarlamaman için en iyi çözümleri sunar. Onunla hasret giderirken anlarsın ki, onu kaale almayarak yaşamanın yükü, onun dedikleriyle yaşamaktan çok daha zordur.
   
   Vicdanınızı ihmal etmeyesiniz, zira o Rabb'in hediyesi.
   Duayla kalasınız dostlar :)